19 Şubat 2014 Çarşamba

Gülen Cemaati, Doğrular, Yalanlar...

Gülen Cemaatinin son dönemde yaptıklarını hayretler içinde izlerken, Cemaatin kendini gizleme ve olduğundan farklı gösterme konusunda hiçbir sınır tanımadığını hep beraber görüyor, izliyoruz. "Acaba bu güç sarhoşluğu, bu kumpaslar son dönemde mi ortaya çıktı?" sorusuna karşı, Gülen Cemaatinin benimsediği Hizmet metodunun en başından beri doğruları söyleme konusunda büyük sorunları olduğunu, hatta bir noktadan sonra, apaçık yalanları söylemekten kaçınmadığını ve bunun İslami bir metot olamayacağını örneklerle göstermek istiyorum.

"Cemaatin Hizmet metodu" derken, Cemaatin adam kazanmak için uyguladığı taktiklerden söz ediyorum. Cemaat için bünyesine yeni elemanlar katmak, adam kazanmak en önemli iştir. Bunu bir "iman ve Kur'an Hizmeti" ve Hz. Peygamberin mükemmelen yaptığı tebliğ vazifesinin devamı olarak görürler. Gerçekten de, İslami bir perspektiften bakınca, bir kimsenin imanına vesile olmak veya bir kimsenin işlediği günahlardan uzaklaştırıp daha iyi bir hayat sürmesine yardım etmek çok hayırlı bir iştir. Tabii bu meşru iş, gayrımeşru yollara sapmadan yapılırsa.

Cemaatin Hizmet düsturlarının başında, Bediüzzaman'ın Risale Nur'da ifade ettiği "Her söylediğin doğru olmalı ama her doğruyu söylemek doğru değil" sözü gelir. Şimdi ben size, Cemaatin ortaokul, lise veya üniversitede okuyan bir öğrenciyi bünyesine katmak için nasıl bir metot izlediğini anlatacağım. 

Cemaat jargonunda, bir kişiyi bünyeye katmak için yapılan faaliyetlerin tümüne, "filancayla ilgilenmek" denir. Diyelim bizim öğrencimiz, abiler tarafından "ilgilenmeye değer" bulunmuş. Bu öğrencinin karakteri mülayim olabilir, ailesi dindar veya en azından milliyetçi/muhafazakar olabilir veya başka bir şekilde, öğrenci hakkında, Cemaatin kendisi üstünde yürüteceği faaliyetlere olumsuz bir tavır takınmayacağı düşünülmüş olabilir. Böyle bir öğrenci için, "müspet" tabiri kullanılır. Bir öğrenciyle "ilgilenme" kararı alındıktan sonra, bu işi kimin yürüteceği belirlenmelidir. Bu öğrenciyle "ilgilenecek" kişi öncelikle onun sınıf veya okul arkadaşı olacaktır. Bir de, o arkadaşının abisi. Bu abi o arkadaşın düzenli olarak gidip geldiği dershanede kalan, öğrenci ve arkadaşından birkaç yaş büyük bir abi olabilir. Ancak ilk aşamada öğrenci bu abinin varlığından haberdar değildir. Öğrencinin arkadaşı ve abi kendi aralarında, öğrenciye nasıl yaklaşacaklarını uzun uzun konuşur, tartışırlar. Hatta bu öğrencinin durumu, daha üst seviyede, semt imamının da katıldığı istişarelerde ele alınır. Öğrencinin anne-babası, ailesinin maddi durumu, öğrencinin tuttuğu takıma varıncaya kadar hakkındaki her şey öğrenilir. 

Bu aşamada öğrenciye söylenecek "doğru" şudur: "Arkadaş biz sana kancayı attık. Seninle ilgilenme kararı aldık. Bunun için senin üstünde yoğun bir psikolojik harekat yürüteceğiz." Ama Cemaat, "her doğruyu her yerde söylemek doğru değildir" düsturunca bu "doğru"yu söylemez. Peki ne yapar? Bu öğrenciyle ilgilenen arkadaşı, birden bire tüm boş vakitlerini bu öğrenciyle birlikte geçirmeye başlar. Onun en iyi arkadaşı olur. Bu sırada onu abiyle tanıştırır. Okul çıkışı abiler bizim öğrenci ve arkadaşlarının yanına gelir, onlarla maç yaparlar. Ortaokulda, lisede okuyan bir öğrenci için, üniversiteli abilerin kendilerine değer vermesi, kendileriyle maç yapması olağanüstü bir şeydir. Türkiyede pek az evde bilgisayar bulunduğu dönemde bizim öğrenci, bilgisayar oyunu oynamak veya ders çalışmak için Cemaatin dershanesine davet edilir. Öğrenci ve arkadaşları, hafta sonları pikniğe çağrılır, hatta şehir dışına düzenlenen gezilere götürülür. Dediğim gibi, bütün bunların arkasında, öğrenciye yakınlaşmak, ardından onu Cemaat bünyesine katmak gibi çok net bir amaç vardır, "doğru" budur, ama öğrenciye bu doğru hiçbir zaman söylenmez.

Öğrenciyle muhatap olan abinin gerçek hayattaki adı Erkan'dır, ama öğrenciye kendisini Fahri olarak tanıtır. Evde kalan diğer bir üniversitelinin adı Hasan'dır, ama öğrenci onu Yusuf olarak bilir. Evin abisinin adı gerçekte Onur'dur ama öğrenci onu Fatih abi olarak tanır. Bu şekilde, öğrencilerle ilgilenen binlerce Cemaat mensubu, bir kod adı alırlar. Öğrenci ileride askeri okula gider, sonra bir şekilde sorguya çekilirse, Fahri abiden, Fatih abiden, Yusuf abiden söz edecek, ancak bu kişilerin gerçek adlarını, bilmediği için ifşa da edemeyecektir. Söylenmeyen bir "doğru" daha.

Öğrenciyle yakınlaşma sağlandıktan ve öğrenci Cemaatin evine veya yurduna düzenli olarak gelip gitmeye başladıktan sonra, yavaş yavaş ona dini konular açılmaya başlanır. Bir gün öğrenci, arkadaşları ve onlarla ilgilenen bir abi otururlarken abi, "Ya arkadaşlar, geçen gün bir kitaba rastladım ve okuyunca çok etkilendim, bakın size oradan bir bölüm okuyayım" der. Sözkonusu kitap, Fethullah Gülen'in M. Abdülfettah Şahin müstearıyla veya Abdullah Aymaz'ın Safvet Senih müstearıyla yazdığı bir kitap olabilir. Aslında birkaç gün önce yapılan istişarede o bölümün ilgilenilen öğrencilere okunması kararı alınmış ve bu karar, bizim öğrenciyle ilgilenen abiye tebliğ edilmiştir, ama bu "doğru" da diğer doğrular gibi gizlenir, söylenmez. Abi, o kitabı daha önce defalarca okumuştur, kitabın müstear adlı yazarına ilgilendiği öğrenciler veya Cemaat dışındaki insanlar yanında değilken, yani Cemaat içinde arkadaşlarıyla birlikteyken "hocaefendi" demektedir, onu asrın müceddidi, hatta Hz. İsa'nın yeryüzüne inmiş hali olarak görmekte, her gece rüyasında Hz. Peygamberi gördüğüne inanmaktadır, ama öğrenciye bu "doğru"ları da söylemez.

Birkaç gün sonra öğrenciyle ilgilenen abi, birlikte kılınan bir namazdan sonra, "Ya arkadaşlar, bir arkadaşım bana bir hocaefendinin vaaz kasetini verdi, çok etkilendim. Hadi birlikte dinleyelim" der. Aslında o vaazı veren hocaefendinin herhagi bir hocaefendi olmadığını, "the hocaefendi" olduğunu bal gibi bilmektedir, ama bu "doğru"yu da öğrenciden gizler. Bir başka gün, namazdan sonra, dış kapağı kaplı bir kitaptan ağır bir Osmanlıcası olan bir metin okunur. Aslında okunan kitap, Risalei Nur Külliyatından bir kitaptır, ama öğrenci bunun da farkına varmaz.

Bu şekilde ilgilenilen bir öğrenci, birkaç ay içinde Fethullah Gülen'in yazdığı çok sayıda makaleyi okumuş, onun vaazlarını dinlemiş, Risalei Nurlardan pek çok bölümün okunduğu sohbetlerde bulunmuştur, ama ne Fethullah Gülen'i tanımaktadır, ne de Bediüzzaman Said Nursi'yi. Onun gözünde, her gün okul çıkışı gittiği Cemaat evi, üniversiteli birkaç abinin "kendi başlarına" tuttukları bir evdir. Arka planda her şeyin kontrol altında olduğu sıkı bir hiyerarşinin işlediğinden tamamen bihaberdir.

Öğrenci bu şekilde belli bir seviyeye getirildikten sonra bir gün dershanede abilerin namaz kılmadan önce takkelerinin etrafına sarık sardıklarını ve kenarları sim şeritlerle süslü cübbeler giydiklerini görür. Namazlardan sonra uzun uzun tesbihatlar yapılmaya başlanmıştır. Bu tespihatlarda Bediüzzaman ve Fethullah Gülen'e de ismen dua edilmektedir. Artık öğrenci seviye kat ettiği için ona yavaş yavaş Fethullah Gülen'in büyük keramet ve keşiflerinden, gördüğü rüyalardan bahsedilmeye başlanır. Onun bir allame-i cihan olduğu, İzmir'deyken kendisine soru soran üniversite profesörlerini hayran bırakacak ilmi cevaplar verdiği vs anlatılmaya başlanır. Cemaat, "doğru"larını yavaş yavaş öğrenciye açmaya başlamıştır. Bir süre sonra öğrenci de abilerle birlikte namaz kılarken başına sarık sarmaya, cübbe giymeye başlar, ama tabii ki bütün bunlardan dışarıda hiç kimseye, ailesine bile bahsetmez.

Öğrencimiz artık, cemaatin fişleme kategorilerine göre "üçlük" hatta "dörtlük" olmuştur. Sınıfında Cemaatin müspet gördüğü başka arkadaşlarıyla ilgilenilmeye başlanmıştır. Hatta bazı arkadaşlarını cemaat evlerine davet etmeye başlamıştır. İşte böyle, okulda aynı sınıfta okuyup da Cemaatle yakınlıkları ve Cemaatin sırlarına aşinalıkları farklı seviyelerde olan öğrenciler, zaman gelir aynı dershanede, birbirlerinden habersiz, farklı odalarda bulunabilir. Öğrencimiz, hiçbir şeyden habersiz arkadaşlarının kendisiyle aynı eve gelip gittiğini bilmektedir. Hatta okuldan sonra kendisi başında sarığı cübbesi bir odada namaz kılarken onların yan odada, Amstrad bilgisayarda oyun oynadıklarını da bilmektedir. Ertesi sabah sınıf arkadaşları ona, "Dün öğleden sonra nerdeydin? Biz bi abilerin evine gittik, bilgisayar oynadık, bize çok iyi davrandılar" dediklerinde, "Biliyorum yahu, ben de yan odadaydım" demez, olup bitenden habersiz gibi davranır. Buraya kadar anlattıklarımda bol miktarda "doğru"ları gizlem var, "doğru"ları söylememe var, ve yine bol miktarda da "her söylediğin doğru olmalı" düsturunu ihlal etme var. Nüfus cüzdanında ismi Hasan yazılı olan, anne babası tüm akrabaları kendisini Hasan diye bilen birinin Cemaate adam kazandırmak için ilgilendiği öğrencilere kendini Yusuf olarak tanıtması yalan mıdır, değil midir, siz takdir edin.

Zaman geçmiş, okullar tatil olmuştur. Abiler öğrenciye, tatilde ailesinin yanına gitmemesini, Cemaat evinde kalmasını, bu sürede kitap okuyarak, Gülen'in kasetlerini dinleyerek kendisini geliştirmesini telkin ederler. Öğrenci liseye gidiyorsa, daha 18 yaşına bile gelmemişse, ailesinden nasıl uzaklaşacak? Artık yalan söyleme vaktidir. Mesela öğrenci ailesine, "Arkadaşlarla Kütahyadaki Kızılay kampına gideceğiz" der, Ankara Dikmen'de oturan evinden çıkar, Abidinpaşa'daki cemaat evine gider. Bu arada birkaç günde bir ailesine telefon etmekte, sanki Kütahyadaki Kızılay kampındaymış gibi rol yapmaktadır. Yalanın daha da usturuplu olması için abiler öğrenciye, Kütahya resimli kartpostal yazdırırlar. O kartpostal Cemaatin Kütahyadaki elemanlarına ulaştırılır ve onlar vasıtasıyla Kütahyadan postaya verilir. Üzerinde Kütahya postanesi damgasını gören aile de çocuklarının gerçekten Kütahyada Kızılay kampında olduğunu zanneder. Ne büyük bir yalan!

Öğrenci üniversiteye gidiyorsa ondan, tüm derslerini geçtiği halde ailesine bütünlemeye kaldığı ve sınavlara hazırlanmak için memlekete gelemeyeceği yalanını söylemesi istenir. Hatta cemaatle bağı iyice güçlenen öğrencilerden, "Hizmet" adına, okudukları üniversite ve bölümleri bırakmaları ve ailelerinden habersiz başka bir şehirde, başka bir üniversitede, başka bir bölümde okumaları istenir. Aile çocuklarını Ankara Eczacılık'ta okuyor zannederken öğrenci pekala Eskişehir Anadolu Üniversitesi Matematik Öğretmenliği'nde okuyor olabilir.

İşte bu konuda, Cemaatin 1980lerdeki önemli abilerinden İbrahim Tabanca'nın hayat hikayesinden bir örnek vermek istiyorum. Manisa'da, Cemaatin efsane yurtlarından Kurşunluhan hakkında, artık aktif olmayan "Kurşunluhan Ekolü" adlı web sitesindeki bir yazıda İbrahim Tabanca'nın hayatı anlatılıyor:
https://web.archive.org/web/20090205030916/http://www.kursunluhan.org/?p=97

İbrahim Tabanca, 1976'da üniversiteye girer, çalkantılı bir dönemin ardından Cemaate bağlanır ve karizmatik kişiliğiyle pek çok kişinin sevgisini kazanır. 1986-87 gibi bir tarihte ailesiyle birlikte trafik kazasında vefat eder. Memleketi Manisa Turgutlu'da cenaze namazını bizzat Fethullah Gülen kıldırır. 

İbrahim Tabanca'nın hayat hikayesinde, bu yazının konusuyla ilişkili bölüm şu:

"İbrahim İzmir iktisat fakültesini kazanmıştı. Üniversite tahsiline başlamıştı. Hoca Efendi hazretleri onun İstanbulda hizmet etmesini istiyordu. İsmail Büyükçelebi İstanbulda bulunuyordu. İbrahim’i götürdüm İsmail hocama teslim ettim. Şehremin de Veysel Çevikkan abinin dükkanının karşısındaki ilk dershaneye yerleştirdim. İbrahim İzmir de okuyor ama İstanbulda ikamet ediyordu. İmtihan zamanına bir ay kala geliyor. Derslerine çalışıp imtihanlara giriyordu. Bu durumu annem ve babam bilmiyordu. Onlar onun İzmirde dershanade kaldığını zannediyorlardı."

Görüyorsunuz, dindar ve Cemaate yakın bir ailesi olmasına rağmen İbrahim Tabanca bile ailesine doğruyu söylemiyor. Ailesi onun İzmir'de olduğunu zannederken o İstanbul'da ikamet ediyor. Cemaatin metotları yıllar boyunca değişmeden intikal ediyor. 70lerde nasılsa 80lerde 90larda ve 2000lerde de aynı metotların yeni nesiller üstünde uygulandığını görüyoruz.

Öğrenci tatilinin büyük bölümünü Cemaat evinde, ailesinden uzakta geçirmiştir, ama insan ailesinden, anne-babası, kardeşleri, akrabalarından ne kadar kaçarsa kaçsın, özellikle uzun yaz tatillerinde kısa bir süre de olsa memleketine gitmek zorundadır. Cemaat bu sürede bile öğrenciyi yalnız bırakmaz. Abisi öğrenciyi yazın memleketinde ziyaret eder. Bu ziyarete de bir "geçiyordum, uğradım" süsü verilir, ama bu doğru değildir. Abi, sadece öğrencileri ziyaret maksadıyla yola çıkmış, Anadoluda bir o şehre bir bu şehre gitmiş, ilgilendiği öğrencileri tatilde yoklamıştır.

Daha askeri okullarda, polis okullarında ve diğer devletin hassas kurumlarında bulunan Cemaat mensuplarının, kendilerini gizlemek için ne yalanlar söylediklerine hiç girmedim. Sınırlı bir çerçevede, askeriyeye veya Emniyete sızmak için yetiştirilen üç-beş elemana uygulanan özel bir eğitimden değil, onyıllar boyunca binlerce, onbinlerce kişiye rutin olarak uygulanan bir Hizmet metodundan söz ediyorum. Önce doğruları söylemeyerek başlayan, sonra doğruların hafif esnetilerek veya çarpıtılarak ifade edildiği, doğru olmayan şeylerin ima edildiği ve nihayetinde, düpedüz yalanların fütursuzca söylendiği, yalanların içselleştirildiği bir sistem bu.

Cemaat mensupları, tedbir konusunda öyle aşırıya giderler ki, aileleri, okul ve iş arkadaşları, onların siyasi, sosyal ve dini konularda ne düşündüklerini çoğu zaman bilmezler. Kemalist ve ulusalcıların yoğun olarak bulunduğu bir işyerinde çalışan bir cemaat mensubu, aslında içinden Atatürk hakkında hiç de iyi şeyler geçirmediği halde, tedbir için Atatürk'ün ne büyük bir dahi olduğundan bahsebilir, Atatürk'ü eleştiren İslamcılara ateş püskürebilir. O cemaat mensubunun iş arkadaşları, onun aslında beş vakit namaz kıldığını hiçbir zaman bilmezler, çünkü iş yerinde namazlarını ima ile, gizlice kılmaktadır. Askeriyede, Emniyette, yargıda veya üniversitedeki cemaat mensupları, mesela Amerika'nın terörizme karşı savaşından İsrail'in Filistinlilere yaptığı zulümlere, Mavi Marmara saldırısına, 28 Şubat döneminde İslami kesime yönelik baskı ve zulüm politikalarına içten içe karşı olmalarına rağmen, "dinci", "şeriatçı" veya "AKP yandaşı" olarak yaftalanma endişesiyle böylesi konularda hiçbir zaman görüş bildirmez, her zaman kendilerini kamufle etmeye çalışırlar. Elbette böylesi bir iki yüzlü, şizofrenik hayat, zaman içinde insanların psikolojilerinde, karakterlerinde, olumsuz izler bırakacaktır.

Peki, "Madem cemaatin Hizmet metodunun bu kadar sakat olduğunu biliyordun, neden bunca süre Cemaate olumlu yaklaştın?" diye sorulabilir. Kendi hesabıma, uzun yıllar önce, Cemaatin adam kazanmak için kullandığı metodu ve genel olarak tedbir adı altında takiyye yapmalarını İslam anlayışımla bağdaştıramadım ve bu yapıdan uzaklaştım. Ama, özel olarak da bir husumet gütmedim. Bence yanlış yoldaydılar, bence içine kapalı dünyaları "anormal" bir dünyaydı ve mutlaka, en kısa süre içinde normalleşmeleri gerekiyordu. Bu konuda, 2000lerin başında yazdığım bir yazıyı "Camia, Cemaat derken Gülen Cemaati Neden Toplumsallaşamadı?" başlığıyla blogda daha önce yayınlamıştım. Ama, açıkça söyleyeyim ki, Emniyette, yargıda kamu görevi yapan Cemaat mensuplarının, bu görevleri esnasında yalan söyleyeceklerini, sahtecilik yapacaklarını, insanlara tuzak kuracaklarını hiç düşünmemiştim. Hanefi Avcı, 17 Aralık'tan sonra verdiği bir mülakatta şöyle demişti:
"Ben yaşamasam inanmazdım devletin kendi insanını sahte delil yaratarak suçlayacağına... Göstermek lazım, karşımızda görevini yapmaya çalışan bir polis-yargı düzeni yok. Hukuku tanımayan, ülkeyi ve devleti nereye getireceğini göremeyen, devleti devlet olmaktan çıkaran, devlete, yargıya-polise güveni yok eden bir çalışma biçimi ve yapı var."

Ben de aynen Hanefi Avcı gibi düşünüyorum. Benim tanıdığım, tedbir adı altında açıkça yalan söylemekten çekinmeyen cemaat mensupları, bunu son tahlilde "hayırlı" bir iş için, "tebliğ" amacıyla yapıyorlar, en azından böyle yaptıklarını düşünüyorlardı. Söyledikleri yalanlar, kendileriyle ilgiliydi. Kimseye iftira attıklarını, sahte belge ve evrak tanzim ettiklerini görmemiştim. Evet, 80lerde, 90larda, özellikle askeri okullara giriş sınavlarında kendi talebelerine sınav sorularını önceden verdiklerini biliyordum, ama doğrusu, Ak Parti'nin iktidara gelişinin ardından bu sahtekarlıkları düzenli bir şekilde sürdüreceklerini hiç düşünmemiştim.

Lise yıllarında Cemaatle tanışmış, üniversiteye başladığında arkadaşlarını Cemaate katmak için, yukarıda anlattığım Hizmet metodunu uygulamış, sonra bu yalan dünyasından bunalarak Cemaatten ayrılmış bir arkadaşım yıllar sonra, üniversitede bir arkadaşını Cemaate kazandırmak için ona karşı yukarıdaki taktikleri nasıl kullandığını şöyle anlatıyordu:

"Lisedeyken ilgi duyduğum bir başka şey de Fethullah Hoca cemaati idi. O zamanlar (yani saf ve bakir bir Anadolu delikanlısı iken) bu cemaati kendimin keşfettiğimi ve bu sayede de hayatın gerçeğine ulaştığımı ... düşünüyordum. Halbuki birkaç yıl sonra anlayacaktım ki aslında ben bir gerçeği keşfetmemiştim, tam tersine uzun bir geçmişe sahip olan bir akımın bilinçli ve programlı propagandasına maruz kalmaktaydım. Şevket'in deyimi ile bir "toplum mühendisliği" projesinin objesi idim.
"Bunun ne zaman farkına vardın diye sorarsanız üniversite yıllarında bir istişare sonucunda ...'e kancayı atma görevi bana verildiğinde fark ettim. Diğer bir arkadaşa ve bana üniversite imamı tarafından ...'i "hizmete kazandırma" görevi verilmişti.
"Halbuki ... öyle bir gerçek falan aramıyordu. Kendi halinde okula gidip geliyor ve derslerine çalışıyordu.
"Bizim görevimiz önce onu bir gerçeği araması gerektiğine daha sonra da o gerçeğin bizde olduğuna ikna etmekti.
"Herkesin bildiği taktikleri kullanarak önce ...'le arkadaş olduk, yemeklere çağırdık. ... Tabii ki bu arada ... kıvama geldikçe de ona kırmızı kaplı kitaplardan okumaya başladık.
"Bu aşamada ben, kendimin de cemaate bu şekilde bir programlı çaba sonucunda girmiş olduğumu, bir zamanlar yapılmış olan bir istişare sonucunda bana da "yaklaşıldığını" kavradım.
"Bu bende büyük bir hayal kırıklığı ve öfke yarattı. ...'nin de benzer şeyler hissettiğini tahmin ediyorum.
"Sevgili ..., bu anlattıklarımı bildiğini biliyorum. Zaten bunları artık bütün Türkiye, bütün analar, babalar biliyor. Ama gene de ben senden özür dilemek istiyorum. Lütfen beni affet, ben de çok gençtim."

Gülen Cemaati, hepimizden, bütün Türkiye'den özür dilemeli. Hepimizi kandırdılar, aldattılar.  

Hiç yorum yok: