24 Aralık 2013 Salı

Gülen'in Bedduasına Amin Demedik, Demeyeceğiz!

Fethullah Gülen'in o inanması güç bedduasını duyduğumdan beri büyük bir gerilim yaşıyorum. Bir mü'minin, hele bir hoca efendinin, "cinnet hali geçirir gibi" böyle lanetler yağdırması, müslümanlara beddua etmesi karşısında önce hayretlere düştüm. Bu bedduanın anlamı üstünde düşündükçe hayretim dehşete dönüştü.

Fethullah Gülen, bu iz'ansız, ve şuursuz bedduasını acilen geri almalı ve hepimizden helallik dilemelidir. O duaya bilerek veya bilmeyerek amin diyenler de aynı şekilde, kendilerini cidden sigaya çekmeli, "Nasıl olur da böyle AZİM HATAya düştük?" diye sorgulamalıdırlar.

Önce, Gülen'in yaptığı şeyin adını koyalım: Bu çok şiddetli bir BEDDUAdır. Hiç öyle yok "ahitleşme"dir, yok "mülaane"dir, yok "mübahele"dir diye çeşitli kisveler altında meşruiyet kazandırmaya kalkılmasın. "Evlerine ateş düşsün" sözü elbette bir bedduadır ve bu bedduayla Gülen, hayatı boyunca söylediği sözlere de ters düşmüştür. Bir önceki yazıda montaj noktasından ele aldığım Ocak 1990 tarihli Şadırvan 2 vaazında da çok şiddetli bir dua etmişti Gülen, hatta duanın sonunda bayılmıştı. Ama o zaman ağzından sadece "Sana havale ediyorum Allahım!" sözü çıkmıştı:

"Allahım, içte ve dışta, öteden beri imana, Kur'ana ve Resulullaha ve ehl-i imana düşmanlık yapanları sana havale ediyorum! Beddua etmedik. Bedduaya Amin demedik. Yeter Allahım! Yeter Allahım! Yeter Allahım! Yeter Allahım! Sana havale ediyorum!"

Gülen, resmi web sitesi fgulen.com'da 2007 yılında "beddua"yla ilgili soruya da şöyle cevap vermişti:

"Ama bedduaya gelince onu yapmamız veya ona "âmin" dememiz mümkün değildir. Meselâ; "Allah'ım! Falanların altını üstüne getir. Allah'ım! Onu yerin dibine batır. Allah'ım! İflah etme. Allah'ım! Onun canı Cehennem'e. Allah'ım! Onu paramparça et. Allah'ım! Evlerine feryâd u figân sal..." gibi ifadeler birer bedduadır ki bütün bunlarda murad-ı ilâhî başka türlü olabilir."

2007 yılının Gülen'i "Evlerine feryad u figan sal" sözünü bir beddua olarak göüyor ve "ona Amin dememiz mümkün değildir" diyor. 2013 yılının Güleniyse bir taraftan "Evlerine ateş düşür" diye ayaklanıyor diğer taraftan bu sözün beddua olmadığına inanmamızı bekliyor. Elhamdülillah aklımızı yitirmedik!

Çok değil, bundan 7 ay önce, 31 Mayıs 2013'te herkul.org sitesinde yayınlanan 319. Nağme'de Gülen, beddua konusunda şöyle diyordu:

"Doktor İkbale ait bir sözdür bu: "Dua dua yalvardım, tel'ine bedduaya amin demedim. Lanetlemeye bedduaya amin demedim." Bu düsturla bu disiplinle hareket etmek gerekiyor günümüzde."

Yıllarca "beddua etmeyin" diyen, bedduaya amin demeyen Fethullah Gülen'in sonunda kendisinin çok şiddetli ve haksız bir şekilde beddua etmesi elbet ibret vericidir. Ve kaderin ne garip bir cilvesidir ki Gülen'in beddua ettiği Recep Tayyip Erdoğan bu bedduadan birkaç gün sonra Pakistan'a gitmiş, Gülen'in hem yukarıda zikrettiğim Ocak 1990 tarihli Şadırvan Camii vaazında hem de 319. Nağme'de atıfta bulunduğu Doktor Muhammed İkbal'in kabrini ziyaret etmiştir.

Gülen'in bedduasının beddua olmadığını iddia eden cemaat mensuplarının ilk bahaneleri, bunun bir "mülaane" olduğu. Mülaane, özellikle zina bahsinde, ortada bir şahit yokken yapılan bir zina iddiası karşısında karı-kocanın karşılıklı olarak lanetleşmesidir. Kadın kocasına lanet eder, koca karısına lanet eder. Ama Gülen gibi, "ben ve benim müntesiplerim, biz çoluk çocuk ailemizi alıp size lanet edelim, siz de çıkın çoluk çocuğunuzu alıp bize lanet edin. Hangimiz haklıysak karşı taraf cümleten gazaba uğrasın" diye bir meydan okuma, bir rest çekme yoktur mülaanede.

Gülen'in bedduası, daha çok, Ali İmran Suresi 61. ayette geçen "mübahele"yle örtüşüyor. Ama o da asla, Gülen'in bu meş'um bedduasına mazeret veya gerekçe olamaz. Mübahelenin ne olduğunu, Gülen'in en eski talebelerinden ve Hizmet hareketinin önde gelen abilerinden Abdullah Aymaz'ın Zaman gazetesinde 28 Mart 2005'te yayınlanan yazısından takip edelim:

"Hicrî 9. yılda Necran Hıristiyanlarını temsil eden 70 kişilik heyet, başlarında dinî ve dünyevî liderleri de olarak Medine’ye gelip Peygamber Efendimiz (sas) ile Hz. İsa Aleyhisselam hakkında tartışmışlardı. Neticede Efendimiz (sas) “Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle İsa hakkında tartışmaya girerse de ki: ‘Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah’a yalvaralım da bu konuda kim yalancı ise Allah’ın lânetinin onların üzerine inmesini dileyelim.” (Al-i İmran, 61) ayetine dayanarak, delilden anlamayan bu insanlara, mübâheleyi (yani hangi taraf yalancı ise Allah’ın ona lânet etmesini bütün kalbiyle istemeyi) teklif etti. Bunun üzerine Hz. Peygamber’den (sas) düşünmek için mühlet istediler. Bunu kendileri için tehlikeli bulup kabul etmediklerini bildirmek üzere Hz. Peygamber’in yanına geldiklerinde baktılar ki, Resulullah (sas) Hz. Hüseyin’i kucağına almış, Hz. Hasan’ın elinden tutmuş, Hz. Fâtıma ile Hz. Ali’yi arkasına almış “Ben dua edince siz de ‘Amîn’ dersiniz diyor. Heyet başkanı mübâheleyi kabul etmeyip cizye vererek İslâm hâkimiyeti altında yaşamayı benimsediklerini bildirdi. Hz. Peygamber de onlara bir emânnâme yazdı."

ŞİMDİ, mühim bir noktanın altını çizmek istiyorum. Yukarıda, Ali İmran Suresi 61. ayetin nüzul sebebi olarak zikredilen olayda Hz. Peygamber Necran Hristiyanlarına mübaheleyi TEKLİF ediyor, başka bir deyişle onları mübahele ile TEHDİT ediyor, ama Necran Hristiyanları düşünüyor taşınıyorlar, bu karşılıklı lanetleşmeyi göze alamıyor ve davalarından vazgeçiyor.

İYİ AMA, FETHULLAH GÜLEN ÇOKTAN BEDDUASINI ETTİ Kİ! HANİ TEKLİF? HANİ KARŞI TARAFIN CEVABINI BEKLEME????

Yazının devamında Aymaz, ABD'de Gülen aleyhine yazılar yazan birine mübahele teklif ettiğini, o kişinin de Necran Hristiyanları gibi davasından vazgeçtiğini ifade ediyor. Yani, Abdullah Aymaz da mübahelenin gereği olan lanetleşmeyi, karşı tarafa beddua etme fiilini İŞLEMEMİŞ!

Fethullah Gülen'in bedduasını   Sorularla İslamiyet sitesinde bu konudaki makalede, Necran Hristiyanlarının neden mübaheleden vazgeçtikleri şöyle anlatılıyor:

"Bu hususta Abdullah b. Abbas diyor ki: Şayet Resulullah (asv)'ı mübahaleye çağıran insanlar mübahaleye çıkmış olsalardı, geri döndüklerinde ne ailelerini ne de malların bulabilirlerdi."

Konunun bir de şu boyutu var. Hz. Peygamber, bu mübahele teklif ve tehdidini, Necran Hristiyanlarına, aralarında çıkan Hz. İsa'nın insan mı yoksa tanrının oğlu mu olduğu tartışması sonrasında yapıyor. Bu bir iman meselesi. Uğruna baş vermeye değer bir mesele. Fethullah Gülen ise, görünürde yolsuzluk üzerinden, mü'min-müslüman ve Ehl-i Kıble olan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bakanlar, Ak Parti ve onları destekleyenlere beddua ediyor. Bir tarafta bir imani mesele, diğer tarafta ister yolsuzluk, ister dershane, isterse devlet içinde istenen kadrolaşma imkanlarının tanınmaması deyin, bir dünyalık tartışması. Bir tarafta Hristiyanlara mübahele teklif eden ama onlara beddua etmeyen Hz. Peygamber, diğer tarafta Ehl-i Kıble müslümanlara beddua eden Fethullah Gülen. Bu ne yaman çelişki!

Peki o zaman Fethull Gülen ve cemaati şu soruya cevap versin: Hz. Peygamberin bir müslümana veya müslümanlardan bir gruba beddua ettiğine, onlara mülaane veya mübahele yaptığına dair bir örnek var mı? Hayır, yok. Peygamber Efendimiz aleyhissalatü vesselam, Taif'e yanında evlatlığı Zeyd bin Harise (RA) ile birlikte Taiflileri İslama davet için gittiğinde Taifliler onu kölelerine taşlatmıştı. Hz. Peygamberin mübarek ayakları kan içinde kalmıştı. Böyle bir halde Cebrail aleyhisselam, Efendimize (SAV) gelip, "Ya Rasulallah, İstersen şu iki dağı birbirine kavuşturayım da Taif helak olsun" dediğinde, ayakları kan içinde olduğu halde bile bu ilahi gazap teklifini geri çevirmişti. Peygamber Efendimiz (SAV), Bi'r-i Maune vakasında şehid edilen 70 sahabinin ardından, ahidlerinde durmayan müşriklere beddua etmişti, ama onun haricinde, kafirler ve münafıklar için dahi beddua ettiğine rastlamıyoruz. İslam düşmanı kafir ve münafıklar için bile beddua silahını nadiren kuşanan, müslümanlara ise hiçbir zaman beddua etmemiş bir peygamberin ümmetinden olan Fethullah Gülen'in, ellerini semaya sanki yeryüzüne gazab-ı ilahinin oluk oluk akmasını ister gibi kaldırarak, adeta cinnet geçiriyor gibi beddua etmesi elbette hiçbir şekilde kabul edilemez, tasvip edilemez.

Gülen'in bedduasını iz'ansız, şuursuz diye nitelemenin ötesinde, "meş'um" ve hatta "menfur" diye nitelemeyi gerektirecek asıl konu, bu bedduanın GÜNAHSIZ MASUMları da hedef alması. Gülen, "evlerine ateş düşsün" diye dua ediyor, ne demek bu! Elbette Gülen "ev" derken, üç oda bir salon TOKİ evlerini kastetmiyor. Ev, hanedir, hane halkıdır, ailedir. Nikahlanmaya "ev"lenmek deriz. Bir ailenin küçük çocuğu ölümcül bir hastalığa yakalanır veya kaza geçirir de hayatını kaybederse, veya bir eve şehit cenazesi gelirse, "evlerine ateş düştü" deriz. Bizim örfümüzde, bir kişi zulmetmiş, haksızlık yapmış bile olsa, onun geçim kaynağını kurutmak, onu işten çıkarmak veya işsiz kalmasına yol açmak hoş karşılanmaz, çünkü böyle yapmak onun "ekmeğiyle oynamak"tır. O zalimin de evinde, o ekmekten nasiplenecek masum bebeler vardır ve o ekmek, "çoluk çocuğunun rızkı"dır. Oysa Fethullah Gülen, yolsuzluk ya da hırsızlık yaptığını iddia ettiği başbakan veya bakanların kendi şahıslarına lanet okumakla kalmıyor, onların "evlerine ateş düşsün" diyor. Başbakanın yeni doğmuş torunu veya bir bakanın küçük çocuğuna zarar gelmesini hayal edebiliyor! Bu nasıl bir zihniyettir?!

Hz. Peygamber'in Necran Hristiyanlarına teklif ettiği mübahele hakkında Abdullah Aymaz'ın yazdıklarında da bu husus var. Hz. Peygamberin, "eğer doğru söylemiyorsam evime ateş düşsün" diyeceği "ev"i Ehli Beytiydi, bu nedenle dua etmek için Hz. Hüseyin'i kucağına alıyor, Hz. Hasan'ın elinden tutuyor, Hz. Ali ve Hz. Fatıma'yı arkasına alıyor. Fethullah Gülen, işte bu şekilde, hükümetle arasındaki kavgaya, olayda hiç dahli olmayan yüzlerce, binlerce kadını, çoluğu çocuğu alet ediyor!

Mübahele hakkında nazil olan Ali İmran Suresi 61. ayete baktığımızda, "siz kendi çocuklarınızı biz de kendi çocuklarımızı, siz kendi kadınlarınızı, biz de kendi kadınlarımızı çağıralım" ifadesini görüyoruz. İşte burada zikredilen çocuklar ve kadınlar, bugünün savaş hukukunda da İslam savaş hukukunda da korunmuş olan sivillerdir. 11 Eylül sonrasının gözde tabiriyle "non-combatant" (çatışmaya iştirak etmeyen) da diyebiliriz.

Düşünebiliyor musunuz, Fethullah Gülen'in bu akıl almaz teklifini hükümet tarafının kabul ettiğini! Gülen ve cemaatinden binlerce kişinin, yanlarında eşleri, çocukları, kundaktaki bebekleri olduğu halde bir alanda toplandığını ve karşılarına, başbakan, bakanlar, Ak Partililer ve onlara destek olan yine binlerce kişinin çoluk çocuk aileleriyle birlikte çıktıklarını. Ve iki tarafın karşılıklı lanetleştiklerini... Bu "kardeşin kardeşi vurması" kadar feci ve bir o kadar da menfur bir manzara değil midir? Bu fitne değil midir? Böyle bir fecaate Gülen ve cemaati razı olabilir, ama biz asla razı olamayız!

Gülen'in bedduası artık resmi netleştirdi. Aylardır süregelen "Gayretullaha dokunur" tehditlerinin ne anlama geldiği artık açık, net anlaşılıyor. Evet, Gülen ve cemaatinin yaptığı "Gayretullaha dokunur" uyarıları açık bir tehdittir. Evet, İslamiyette Allahu Teala'nın azabı ve gazabının çok şedit olduğu ifade edilir. Kur'an-ı Kerim'de de bu yönde, Hz. Peygamberden evvelki devirlerde azgınlıkta ileri giden kavimlerin ilahi gazapla helak edildiğinin kıssaları vardır. Sodom ve Gomore böyle ilahi gazapla yerle bir olmuş yerlerdir. Nuh Tufanı da bir ilahi gazaptır, cezalandırmadır. İlahi gazap geldiği zaman, o yerlerdeki masumların da canını alabilir ve bu, ilahi adalete ters değildir, çünkü ahiret var. Müslümanlar, Rahman ve Rahim olan Allah, o masumların hakkını öbür dünyada verecektir diye inanır. Ama bugün Gülen ve cemaatinin Gayretullah söyleminin muhatabı, ne Lut peygamberin, ne de Nuh aleyhisselamın kavmi değil, müslüman olan, alnı secdeye değen, günde beş vakit ezanların okunduğu bir İslam diyarında yaşayan insanlar.

Gülen cemaatinin söyleminde bugün dünyada, sivil halkın tepesine her gün varil bombası, Scud füzesi yağdığı Suriye'de, Mescid-i Aksa'nın işgal altında olduğu Filistin'de, Arakan'da ve diğer pek çok diyarda müslümanların yaşadığı zulümler, acılar Gayretullaha dokunmuyor, ama Türkiye'de cemaatin yaşadığı haksızlıklar Gayretullaha dokunacak deniyor. "Gayretullaha dokunur" diye uyarmanın ötesine geçen, "Gayretullaha dokunmasını" dileyen, bunun için dua eden bir ruh haliyle karşı karşıyayız.

Gülen'in bedduasının müslüman, Ehl-i Kıble, alnı secdeye değen bir topluluğa yapılmasının mümkün olmadığı çok açık. O zaman geriye bir ihtimal kalıyor. Gülen'e göre başta başbakan, yolsuzluğa bulaşan bakanlar ve Ak Partililer ya kafir ya da münafık olmalılar! Nitekim, Gülen'in herkul.org sitesinde yayınlanan 31 Mayıs 2013 tarihli "319. Nağme" adlı konuşmasında, Erdoğan'dan "kafirce laflar" eden biri olarak söz ediliyor. Dershane tartışmalarının yoğun yaşandığı dönemde bir başka konuşmasında Gülen, Başbakan Erdoğan'dan "Firavun" ve "Karun" olarak söz etmişti. Bedduasının sonunda ettiği Arapça duada Allaha "Onlara karşı bize nusretini ver, bize yardım et" diyor. Buradaki "nusret", Kur'an-ı Kerim'de Fetih Suresi'nde "Allah sana aziz bir nusret verdi" ve Nasr Suresi'nde "Allah'ın yardımı ve fetih geldiği zaman" mealindeki ayetlerde geçen, ilahi yardımdır. Allah ancak müslümanların kafirlere karşı cihadlarında nusretini gönderir. Fethullah Gülen, hükümete karşı yürüttüğü mücadelesini de bu çerçevede görüyor olmalı ki, ilahi yardımı çağırıyor.

Gülen'in Gayretullah söylemini silah gibi kullanmasının çarpıcı bir örneği, 31 Mayıs 2013 tarihli konuşmasında verdiği, Bediüzzaman Said Nursi ile Menderes örneği. Gülen DP iktidarının son yıllarında, Risale-i Nur talebeleri arasında DP'yi ve Menderes'i çokça eleştirenler olmasına rağmen Bediüzzaman'ın Menderes'e söz söyletmediğini, ona "İslam kahramanı" dediğini, ancak sürekli olarak (kendisinin bugün Ak Partiyi uyardığı gibi) Menderes'i uyardığını anlatıyor. Adeta Bediüzzaman'ın yaşadığı süre boyunca Menderes'e karşı bir paratoner olduğunu ve Menderes'i beladan koruduğunu, ne var ki Bediüzzaman'ın Mart 1960'ta vefatından birkaç ay sonra 27 Mayıs darbesinin yaşandığını ifade ediyor. Gülen'in bu değerlendirmesi Risalei Nur grupları arasında eskiden beri dillendirilen bir yorumdur ve kader-i ilahi zaviyesinden bakınca, Menderes ve DP'nin Gayretullaha dokunduğu, buna karşılık 27 Mayıs'ın bir "afet" olarak geldiği söylenebilir. Ne var ki Gülen, bir adım ötesine geçiyor ve Bediüzzaman'ın Menderes'e karşı oynadığı rolün benzerini Erdoğan'a karşı kendisine biçiyor. Bu noktada Gülen'in sözleri bir uyarı olmaktan çıkıyor ve İsmet İnönü'nün talihsiz "Sizi ben bile kurtaramam!" beyanına dönüyor. Yıllardır 27 Mayıs destekçileri ve askeri darbe çığırtkanları tarafından dini değerlere saygılı iktidarlara karşı edilen bu sözü Gülen'den işitmek çok yaralayıcı.

Bütün bunlar birleşince, ortaya son derece tehlikeli bir tablo çıkıyor. Ortada ciddi bir Haricileşme tehlikesi var. Acaba Gülen, bedduasına doğrudan muhatap olan kişileri yani yolsuzluk yapanları tekfir mi ediyor? Bilemiyoruz. Ama yapılan bedduanın şiddeti, böyle bir ihtimali akla getiriyor. Yolsuzluk evet büyük bir günahtır, kebairdendir, yetim hakkı yiyen abad olmaz! ANCAK bu bize, yolsuzluk yapan kişiyi tekfir etme hakkını vermez! İslam tarihinde yaşanan en büyük fitnelerden biri olan Haricilik de ortaya çıktığında, "Günah işleyen, Allah'ın emrine karşı gelen, kafir olur" demişti. Ardından Hariciler, "Kafire kafir demeyen de kafir olur" diyerek, bu fikri paylaşmayan yani Haricilerin tekfir ettiğini kafir saymayan Hz. Aliyi mazallah kafir ilan etmiş ve ardından o mübarek insanı şehit etmişlerdi.

O zaman karşımızda, cevaplamamız gereken net bir soru var: Recep Tayyip Erdoğan müslüman mıdır, kafir midir, münafık mıdır? Biz, Tayyip Erdoğan'ı müslüman biliyoruz. Elhak Erdoğan alnı secdeye değen biridir, Ehl-i Kıbledir. "Ehl-i Kıble tekfir edilmez!" düsturu Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat yolunun temelleri arasındadır. Erdoğan'ın kalbini yarıp bakamayacağımıza göre, ona bir müslüman gibi muamele etmeliyiz. Burada konu, Erdoğan'ın şahsıyla ilgili bir akidevi mesele olmaktan çıkıyor, siyasallaşıyor. Bir grup müslüman, diğer bir grup müslümanı tekfir ederse ne olur? Cevap belli: Fitne çıkar! İşte tam da bu nedenle, ne kadar yanlış bir yolda giderlerse gitsinler, Ehl-i Kıble tekfir edilmez!

Sözü uzattım, yarayı cerh etmek için. Aslında Gülen'in bedduasına en güzel cevabı, Başbakan Erdoğan Trabzon'daki konuşmasında verdi:

"Biz, müslümana lanetle emrolunmuş bir toplum değiliz. Biz müslümanın hidayeti artması için dua ederiz. Lanet için değil. Lanet müslümanların arasında öyle berbat bir tezgahtır ki, bumerang gibi döner onu yapana gider. Milletin bölünmesine vesile olanlar iflah olmaz."

Vallahu A'lem! (Allah en doğrusunu bilir)

Hiç yorum yok: