2 Aralık 2013 Pazartesi

Dershane tartışmasına bir katkı: Üniversite giriş sınavlarının eğitime zararları üzerine “içeriden” bir görüş -1-

Ortalık dershane tartışmasıyla toz-duman olmuş iken, nerdeyse 10 yıl önce, üniversite giriş sınavlarının yoğun olarak tartışıldığı bir dönemde yazdıklarım geldi. O dönem düşüncelerimi, "Üniversite giriş sınavlarının eğitime zararları üzerine “içeriden” bir görüş" başlığı altında yazıya dökmüştüm. Gel zaman git zaman, memleketin onyıllardır çözülemeyen pek çok meselesi gibi eğitim konusu da arkaplanda sorun olmaya devam etti, biz de hayatlarımıza, daha güncel başka krizlerle boğuşmak üzere devam ettik.

Dediğim gibi, bu yazı dizisini ta 2004 yılında, birkaç eposta grubunda yayınlamış, Milli Eğitim camiasından ulaşabildiğim sınırlı sayıda kişiyle paylaşmıştım. Bugünkü dershane tartışmasının Fethullah Gülen cemaati tarafından bir "topyekün savaş"a dönüştürüldüğü ortamda, bu yazının 10 yıllık olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum. Yani, başbakanın işaretiyle tek bir ağızdan "Dershaneler kapatılmalıdır!" sloganı atmaya başlayanlardan biri değilim.

İlk bölümünü şimdi yayınladığım yazı, "Bu yazının yazarı kesin kararını vermiş, dershaneler kapatılmalı diyor" şeklinde bir önyargı olmadan okunursa, asıl hedefimin dershaneler değil onları doğuran, çoktan seçmeli testlere dayanan merkezi yerleştirme sistemi olduğu görülür. "Dershaneler kapatılamaz!" diye slogan atmaktan önce sakin kafayla durup düşünmeli, başlangıçta sınav sisteminin bir sonucu oldukları halde dershanelerin nasıl olup da eğitim sistemine bu derece hakim bir konuma geldiğini sorgulamalıyız.

Dershane tartışmasını, konunun siyasi, idari ve hukuki boyutlarına girmeden, sadece "Dershanelerin eğitime katkısı nedir?" sorusu çerçevesinde yürütmek istiyorum. Bu yazı dizisi, konunun cemaat boyutunun gündeme geldiği şu son dönem tartışmalarından çok önce yazıldığı için bu anlamda bana da, ne zaman önce yazıya döktüğüm düşüncelerimi görmek için faydalı olacak.

Başlayalım öyleyse...


Üniversite giriş sınavlarının eğitime zararları üzerine “içeriden” bir görüş -1-

Her yıl, Haziran ayı gelip de üniversite sınavı ve eğitim sistemimizdeki diğer merkezi sınavların tarihleri yaklaşınca, sınav stresi altında ezilen öğrenciler ve ailelerin yaşadıkları, dersaneleri dolduran öğrencilerin okulları boşaltması ve genel olarak, her yönüyle sorunlar yumağı haline gelmiş eğitim sistemimizin hal-i pür-melali kamuoyu gündemine gelir. “Sınav sistemi değişmeli”den “merkezi sınavlar toptan kaldırılmalı”ya, “dersaneler kapatılmalı”dan “eğitimde çağdaş teknolojiye geçilmeli”ye kadar bir sürü fikir, öneri havalarda uçuşur. Gazetelerde köşe yazıları yazılır, televizyonlarda açık oturumlar düzenlenir. Ama aradan birkaç hafta geçer. Sıcakların da bastırmasıyla konu, gelecek yıl sınav sezonuna kadar tekrar buzdolabına kaldırılır. Bir yıl sonra, aynı tartışmalar, aynı kısır döngü...

Şimdiye kadar bütün bu tartışmalarda hep Milli Eğitim bakanlarını, siyasetçileri, gazetecileri, üniversite hocalarını, okul müdürlerini, dersane sahiplerini, öğretmenleri dinledik. Ama bu muhterem “zevat”ın büyük çoğunluğu, 40 yaşının üstünde, üniversite sınav sisteminin eğitim sistemimizi esir aldığı yıllardan önce üniversiteye girmiş, sınavda başarılı olma baskısını bugünün gençleri kadar derinden hissetmemiş kişiler. Tabiri caizse,  geleceklerini bir optik okuyucuya emanet etmemiş, cevap kağıdındaki kutucukları taşırmadan karalamanın heyecanını hissetmemişler.

Ben, bu sınavların çarkından geçtim. Üniversite sınavlarında başarılı olmak uğruna, Türkiye’nin en güzide liselerinden birinde okurken, son sınıfta okulumdan ayrıldım. Bundan birkaç yıl önce, yine bir üniversite sınavı arefesinde tartışmaları izlerken, sınavlar ve eğitim sistemimiz hakkında, “içeriden” biri olarak söyleyeceğim sözler olduğunu farkettim ve bu sözlerimi olabildiğince fazla kişiye duyurmanın benim için bir borç ve bir görev olduğunu anladım.

Üniversite sınavlarının zararları hakkındaki düşüncelerim, bir gözlemcinin hariçten gazel okuması değil, doğrudan kendi tecrübelerime dayanıyor. Dahası hakkında, “sınava girmiş, başarılı olamamış, şimdi de eleştiriyor” denemeyecek biriyim: Eğer sınavda yüksek puan almak başarı ise ben, 20 küsur yıl önce, o zamanki adı Öğrenci Yerleştirme Sınavı olan ikinci basamak üniversite giriş sınavında ilk 100'e girdim. Okul başarısı derseniz, ortaokulu birincilikle bitirdim. Liseyi yine merkezi sınavla öğrenci alan, üniversite giriş sınavı başarısında Türkiye'de en önde gelen bir lisede okudum. Bütün eğitim hayatım bu sınavların gölgesinde geçti.

“Ne güzel, sen başarılı olmuşsun. İyi, aferin. Sen bu sınavdan kârlı çıkmışsın. Sınav sistemi senin işine yaramış. Keşke herkes senin gibi olabilse.” diyebilirsiniz. Keşke ben de bu işten kârlı çıkmış olsaydım, ama heyhat! Merkezi sınavlar o kadar zararlı ki, bu sınavların olduğu eğitim sisteminde, benim gibi başarılı öğrenciler bile aslında iyi bir eğitim almıyor, alamıyor. Merkezi sınavlar hepimize zarar veriyor. “Keşke bütün öğrencilerimize seninki gibi iyi bir eğitim verebilsek.” diyebilirsiniz. Ben de diyorum ki üniversite sınavında dereceye girmiş olabilirim, ama aynı zamanda sınavın bir mağduruyum, çünkü bu sınavların eğitim sistemimizi tahrip etmesi yüzünden ben de iyi bir eğitim alamadım.

“Sen iyi okullarda okumuşsun. Ülkemizde onbinlerce, yüzbinlerce öğrenci, bu sınavlara defalarca giriyorlar, yine başarılı olamıyorlar. Onların halinden ne anlarsın?” da diyebilirsiniz. Benim sınavda Türkiye birincisi olmuş arkadaşlarımın yanı sıra, arka arkaya sınava girdiği halde bir yeri kazanamayan yakınlarım da oldu. Eğitim hayatımda sınıf ve okul birinciliğinin yanısıra, bütünlemeye kalmayı da yaşadım. Öğrenciliğin yanısıra, asistanlık ve okutmanlık da yaptım. Her yıl, üniversite sınavlarından taze çıkmış, çok çeşitli başarı seviyelerine sahip öğrencileri gözleme imkanı buldum. Öte yandan, bir Amerikan üniversitesinde geçirdiğim bir yıl bana, bizimkinden farklı bir eğitim sistemini yakından inceleme fırsatı verdi. Dahası, bir bilim-teknik alanında lisans derecesi aldıktan sonra sosyal bir bölümde yüksek lisans yaptım. Bu da bana sözel ve sayısal eğitimin farklı bakış açılarını görmemi sağladı. Kendimi sınavlar hakkında konuşmaya yetkin hissediyorsam, önemli bir nedeni de eğitim hayatım boyunca yaşadığım bu çok çeşitli tecrübeler.

Üniversiteye girişin merkezi bir sınav sistemine bağlanması başlangıçta, eğitimde fırsat eşitliği sağlamak ve üniversiteye girişte haksızlıkların ve adam kayırmaların önüne geçmek gibi iyi niyetli amaçlarla yapılmıştı. Bugün gelinen noktada bu merkezi yerleştirme sistemi, getirdiği yararlardan çok zarar üretmektedir. Bu sınavlar, sonuçta başarılı olsun olmasın, sınava giren bütün öğrencilere, onların ailelerine, toplumumuza ve sonuçta bütün bir ülkenin geleceğine büyük zararlar vermektedir.

Bu giriş bölümünde değinmek istediğim bir başka nokta da, sınavla ilgili tartışmalarda, sınavın kendisinden çok, sınava giren öğrenciler arasında haksız rekabete yol açan, bir grubu diğerlerinin önüne geçiren veya gerisinde bırakan katsayı tartışmalarının bu kadar büyük yer tutması. Katsayı tartışmaları eğitim sistemimizde, ilköğretimden yüksek öğretime kadar yaşanan büyük sorunların üstünü örtüyor. Öte yandan, yakından bakıldığında, bu kısır tartışma bile, asıl sorunların nasıl devasa boyutlara ulaştığını gizleyemiyor. Ortaöğretim başarı puanlarına (OÖBP) uygulanan katsayıların üstünde bu kadar gürültü koparılması, aslında lise eğitiminin temel gayesinin üniversiteye girmek olduğunu açıkça gösteriyor. Üniversitelerin bunca sorunu dururken, üniversite giriş sınavlarının, daha doğrusu, üniversite giriş sınavlarıyla ilgili bu küçük ayrıntının tartışılıyor olması, üniversitelerin gerçek kimliklerinden ne denli uzaklaştıklarını, üniversiteye girme veya kapağı atmanın, üniversiteden daha önemli bir hale geldiğini ortaya koyuyor.

Dikkat çekici olsun diye değil, durumu tespit etmek için söylüyorum: Eğitim sistemimiz tam bir çöküntü halinde bulunuyor. İyi-kötü işleyen bir sistemi iyileştirmek için sorunları belirleyip çözmek yeterli olabilir. Ancak katsayı tartışmasının gündemi tamamen işgal etmesi, eğitim sistemimizdeki sorunların çözülebilir aşamayı çoktan geride bıraktığı ve durumun tamamen umutsuz olduğu gibi oldukça karamsar bir havayı da ister istemez doğuruyor.

Üniversite giriş sınavlarının önünü arkasını, içini dışını, sağını solunu gördükçe, bu sınav sisteminin eğitim sistemimizi iyileştirmenin önünde ne büyük bir engel haline geldiklerini daha iyi anladım. Bu yazı dizisinde bu sınav sisteminin zararlarını tek tek ortaya koymaya çalışacağım. Üniversite giriş sınavlarının, eğitim sistemimizde kendisinden önceki ve sonraki kademelerdeki sorunların büyüyerek düğümlendiği bir yere dönüştüğünü ve bu sınavların artık başlı başına bir sorun kaynağı haline geldiğini ileri süreceğim.
Bugün üniversite giriş sınavları, eğitim sistemimizin temeli haline gelmiştir ve ilköğretimden liseye kadar bütün eğitim faaliyetleri sınava endeksli olarak yapılanmış durumdadır. Eğitim sistemimizde ciddi sorunların olduğu herkes tarafından kabul edildiğine göre, sistemin temelinde yer alan üniversite giriş sınavlarının sorunsuz olduğu düşünülemez. Gerçekten de bu sınavlar, bir yükseköğretim programına yerleşsin yerleşmesin bütün öğrencilerin hayatını derinden etkilemektedir ve bu hiç de olumlu bir etki değildir. Hadi şunu daha açık söyleyeyim, üniversite giriş sınavları, ülkemizin gençlerinin, bu gençlerin aileleri ve yakınlarının, dolayısıyla geleceğimizin karanlık bir kabusudur. Üniversite sınavları yüzünden eğitim sistemimiz, çok yönlü düşünebilen, analiz yapabilen, fikirlerini düzenli bir şekle sokup sunabilen, üretken mezunlar veremiyor. Temel amaç ve ölçme-değerlendirme metodu olarak bu sınav sistemini alan bir eğitim sistemi, bilgi toplumunun istediği donanımlara sahip bireyler yetiştiremez.

Bugünkü katsayı tartışması, son derece kısır bir düzlemde cereyan etmektedir. Türkiye’de hiçbir İmam-Hatip Lisesi ve Meslek Lisesi olmasaydı bile mevcut Orta Öğretim Başarı Puanı (OÖBP) uygulamasının tartışılması gerekirdi. Katsayı tartışmasının en büyük zararı, üniversite sınav sisteminin her köşesinden yayılan sorunların tartışılmasını engellemesidir. Üniversite giriş sınavları, sadece farklı liselerden mezun olan öğrencilere uygulanacak katsayılar yönüyle değil, bütün yönleriyle tartışılmalı ve sınavların zararları giderilmeye çalışılmalıdır. Mevcut sınav sistemi, geleceğimizi tehdit eder bir hal almıştır.

Üniversite giriş sınavlarının zararları

Üniversite giriş sınavlarının, sınavlara giren bireyler ve aileleri üstünde psikolojik zararları var, bu sınavlar milyonlarca gence hayatı zehir etmektedir. Sınavlar ilköğretim ve lise eğitimini her şeyden daha fazla etkilemiş durumda. Sınavların sosyal, eğitsel ve ekonomik zararları var. Aşağıda bu zararları kısaca sıralamak, sonra bunları tek tek, ayrıntılarıyla ele almak istiyorum.

1. Sınav, araç olmaktan çıkmış, sınava hazırlanmak başlı başına bir amaç haline gelmiştir. Sınavda başarılı olmak için olağanüstü emek sarfedilmekte, ama bu emeğin karşılığında, emekle orantılı bir eğitsel fayda elde edilmemektedir. Üniversite sınavları, milyonlarca gence ve ailelerine sıkıntı, gerilim, korku ve endişe dolu uzun yıllar yaşatmaktadır. Sınav, sınav öncesi hazırlığın yıllar öncesinden başlaması ve sınava iki, üç hatta dört kez üst üste  girilmesi sonucunda bütün bir gençlik çağını kapsamakta ve karartmaktadır. Sonuçta, milyonlarca öğrencinin ve bir ülkenin yılları, üniversite hazırlığı için heba olmaktadır.

2. Bu sınav sistemi, lise eğitimine paralel ve alternatif bir dersane eğitimi ortaya çıkarmıştır. Dersaneler, özel kurslar, test kitapları derken ortada muazzam paralar dönmektedir. Yapılan onca masraf karşısında son derece sınırlı bir eğitsel fayda elde edilmesi, büyük bir ekonomik zarardır.

3. Yıllar süren hazırlığın sonunda yapılan ve “tekrarı olmayan,” sadece iki saatlik bir sınavın bu denli belirleyici olması, sınav öncesi ve sırasında yaşanabilecek “kaza”ları ön plana çıkarmakta, sınavın ölçme gücünü örselemekte, ve toplumda, başarının biraz da “kader-kısmet” işi olduğuna dair inancı körüklemektedir.

4. Aslında bu sınavlar, gerçek birer sınav değil, bir yarışmadır. Bu haliyle üniversite giriş sınavları, televizyonlardaki Popstar yarışmalarından farklı değildir.

5. Yerleştirme sisteminin otomatize edilmiş olması ve buradaki mekanik işleyiş sonucunda binlerce öğrenci, aslında istemedikleri bölümlerde okumakta, aslında istemedikleri bir mesleğin sahibi olmaktadırlar. Bir yarışma olan üniversite sınavında başarının ölçüsü bir yükseköğretim programına yerleşmek olduğu için, sonuçta insanların istemedikleri bölümlere yerleştirildikleri gerçeği, sınavda başarının “şans” faktörüne de bağlı olduğu düşüncesini desteklemektedir.

6. Sınavın bir yarışma olması, hem öğrencileri hem de yükseköğretim programlarını farklı özellikleri ve bütün boyutlarıyla değerlendirmeyi engellemekte, sınav puanı ve taban puan, diğer her türlü kriteri gölgelemektedir.

7. Bütün bunlardan önemlisi, ilköğretimin ve lise eğitiminin tek amacının üniversite sınavını kazandırmak haline gelmesidir. Bunun sonucunda, öğrencilere sınavda işe yaramayacak bir şey öğretmek, bir beceri kazandırmak imkansızlaşmıştır. Eğitim sistemimiz, bir konu üstünde araştırma yapma, rapor ve makale yazma, bir projeyi adım adım gerçekleştirme, ekip çalışması yürütme gibi hayati önem taşıyan pek çok beceriyi öğrencilere kazandıramamaktadır. Bunun da en önemli nedeni, üniversite sınavlarında başarılı olmak için bu becerilere ihtiyaç olmamasıdır.

(Devam edecek)

Hiç yorum yok: