13 Şubat 2010 Cumartesi

Cemaat hakkında sorular ve cevaplarım

Yamuk Kereste blogunda Bahadır, Fethullah Gülen hareketi (Bahadır'ın ifadesiyle "Cemaat") ve bu hareketin ABD'yle ilişkileri hakkındaki endişelerini dile getirmiş. Kısaca söyleyecek olursam, ben Türkiye'nin en önemli ve en tehlikeli problemlerinin askeri vesayet, darbe tehdidi, taraflı ve bağnaz yargı, Kemalist-ulusalcı-laik elitin seçimle ortaya çıkan iradeyi hazmedememesi ve halkın değerleri ve inançlarıyla çatışma halinde olması olarak görüyorum. Bu problem ve tehditler yanında cemaatten kaynaklanabilecek problemlerin çok daha küçük ve zamanı geldiğinde bertaraf edilebilir olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, cemaatin Ak Parti hükümetine ve Türkiye'nin demokratikleşmesi yönündeki çabaları verdiği desteği takdirle karşılıyorum. En azından, 1990lardaki gibi statükoya oynamalarından iyidir.

Şimdi, Bahadır'ın cemaatle ilgili değerlendirmelerine gelecek olursam:

"1) Şeffaf değil."

Öncelikle, kim şeffaf ki? Aleviler? Sabetaycılar? Masonlar? Askerler? ADD? ÇEV? Misyonerler? ÇYDD? Yargı ve devletin diğer kurumlarında birbirlerini kolladıkları söylenen diğer etnik/mezhepsel/cemaatsal oluşumlar? Ülkü Ocakları? Öte yandan, üstünde bu kadar baskı ve şüphe olan bir yapı nasıl şeffaf olabilir? Üçüncü nokta, ben cemaatin dünyanın dört bir tarafındaki bir sürü kurumuna çatkapı gittim, ve çaldığım her kapının da açıldığını gördüm. Acaba Terakki Vakfı'nın kapısını çalsam açan olur mu?

"2) Otoriter olmaya meyilli. Bunu daha gücü tamamen ele geçirmeden bile yeterince gösterdi. Demokrasi söylemlerinin içselleştirilmemiş ucuz bir makyaj olduğu çok açık. Mutlak güce sahip olduğunda bu eğilimin zayıflaması sürpriz olur."

Yukarıdaki cevabım buraya da uygulanabilir. En azından cemaatin bir demokrasi söylemi var, kendisinden olmayan insanlara gazete, televizyonunda, yer veriyor. Diğerlerinde bu da yok!

"3) Kendi içinde de demokrat değil (?). Aslında bunu tam bilmiyorum. Dışarıdan resmedildiği gibi tamamen hiyerarşik, otoriter ve lider odaklı mı? Kararlar nasıl alınıyor? Personel politikaları nasıl belirleniyor? Kim nasıl görevlendiriliyor, yükseliyor ya da azlediliyor? Yerel unsurların, küçük oyuncuların sesi yukarıya ne kadar ve nasıl yükseliyor? İçeride oylama, eleştirme, danışma, feed-back kültürü var mı?"

Cemaat, Türkiye'deki cemaatlerin nerdeyse tamamı gibi geleneksel tarikat yapısının cumhuriyet sonrası döneme uyarlanmış bir şeklidir, dolayısıyla cemaatin demokrat olmasını beklemek, Katolik Kilisesi'nin veya Türk Silahlı Kuvvetleri'nin demokrat olmasını beklemekten farksız bence. Ancak, "Ya sev ya terket" veya "beğenmeyen dinlemesin" şeklinde bir demokratlıkları olduğu söylenebilir, yani cemaatten ayrılmak mümkün, ki Adnan hoca ve diğer bazı gruplar için söylenen "once in never out" iddialarının olduğu bir ülkede bu da bir şeydir. Ayşe Arman röportajını hatırlayabiliriz bu noktada. 


Cemaat'te çok köklü bir "istişare" geleneği var, her seviyede kurumsallaşmış istişarelerde aşağıdan yukarıya kademe kademe her türlü eleştiri belli ölçüler içerisinde iletilebiliyor.

"4) Makyavelyen. “Once a Machiavellian, always a Machiavellian” ?"

Başörtüsü örneğiyle mukabele edeyim. Hoca, "tesettür füruattır" dedi ve 28 Şubat'tan sonra cemaatten çoğu kadın başını açtı, ama şu sözleri daha birkaç yıl önce söyleyen de aynı kişidir: "Tesettür, gerçi dinin esasını teşkil eden imanî meselelerden değildir; İslâm'ın beş şartı arasında da yer almaz. Fakat Kur'an'ın açık emridir. Farziyeti, hem Kur'an'la, hem Sünnet-i sahiha ile, hem de 14 asırlık İslâm tarihindeki uygulamalarla sabittir. ... Tesettürü hafife alanlarla tartışmayın"

"5) Dış bağlantıları açık değil. Cemaatin tamamı değil elbette ama tepesi yabancı bir güç (muhtemelen ABD ama belki başkası) ile a) işbirliği içinde olabilir, b) direk ve bilerek ona hizmet ediyor olabilir, c) eylemleri farkında olmadan onun çıkarlarına hizmet ediyor olabilir, d) ABD cemaate muhbir(ler) vasıtası ile sızmış ve/veya teknik imkanlarla bilgi akışını ve/veya “merkez bilgisayarı” “hackleyerek” onun derlediği istihbarat havuzuna erişiyor olabilir."

İlk maddeye verdiğim cevap burada da geçerli. Bugün içine sızılmamış, dışarıyla bağlantısı olmayan bir yapı var mı dünyada? Bence önemli olan şudur, dünyadaki hiçbir güç, hiçbir maddi menfaat, binlerce insanı gurbette, vatanlarından ve sevdiklerinden uzakta, karın tokluğuna yıllarca canla başla çalıştırmaya, hele öldüklerinde o topraklarda gömülmeyi istemeye zorlayamaz.

ABD'nin Cemaat'e bakışı: 11 Eylül sonrası ABD'nin İslam Dünyası'na yönelik politikalarının çok büyük bir bölümü, cemaatle ilgili olarak yürüttüğü savlanabilecek tutarlı stratejiyle kökten çelişiyor. Böyle bir Cemaat'i koruyup kollayan bir Amerika'da oğul Bush'un hiçbir zaman başkan seçilmemesi, Guantanamo, terör listesi, Irak, Afganistan, işkence, İsrail'e göz yumma vs hiçbirinin hiç yaşanmaması gerekirdi.

11 Şubat 2010 Perşembe

Her gördüğü Officer'i Subay zanneden şaşkın gazeteci: Oray Eğin!

Büyük ve iddialı konuşmaktan her zaman kaçınmak lazım. Atalarımız boşuna "Büyük lokma ye, büyük konuşma" dememişler. Bu benim gibi blog yazarları için geçerli olduğu gibi, gazetelerdeki köşe yazarları için de geçerli. İşte Oray Eğin'in Yasemin Çongar'ın eşinin CIA ajanı olduğunu iddia ettiği 2 Şubat 2010 tarihli yazısını okurken aklıma bu düşünceler geldi.

Neymiş efendim, Yasemin Çongar AFSA'ya bir makale yazmış, makalenin altında kısa CV'si yer alıyormuş, oraya kiminle evli olduğunu da yazmış. "Tabii AFSA'nın periyodik yayın oganına yazınca bu bir anlamda zorunluluk gibi." diyor Eğin. Neden bir zorunluluk olsun? Oray Eğin aklınca burada bilgiçlik taslıyor, "Yasemin Çongar eşinin kimliğini gizliyor, ama AFSA dergisine yazınca mecburen kocasının kimliğini açıklamak zorunda kaldı" demeye getiriyor. Eğin'in Amerikan kültürüne aşina olmadığının isbatı işte burada. Bir gazete veya dergi yazısını veya bir kitabı eline alan Amerikalılar "Kim bu yazar?" diye gayrı ihtiyari sorarlar, bu nedenle kitapların arka veya iç kapaklarında yazarın bir ufak resmi ve kısa bir tanıtım yazısı olur. Kimse bunu bir CV diye düşünmez, görmez. Burada illa medeni halinden söz edeceksin diye bir şart da yoktur, ama mesela, yazardan "Connecticut'taki çiftliğinde iki köpeği, üç atı ve beş ineğiyle birlikte yaşıyor" diye söz edildiğini görebilirsiniz. Oray Eğin'in saçmaladığını göstermek için fazla uzun boylu araştırmaya gerek yok, AFSA dergisinde Çongar'ın makalesinden bir önceki makalenin yazarının nasıl tanıtıldığına bakmak yeter: "Thomas Gorguissian muhalif Mısır gazetesi Al-Wafd'ın Washington temsilcisidir. Foreign Service Dergisi'nin Eylül 2000 sayısında Amerikan başkanlık seçimleri üzerine yazmıştı." Hani Gorguissian'ın medeni hali? Diyeceksiniz, "Ya adam evli değilse?" Peki o zaman AFSA'da yazıları çıkan ve haklarındaki tanıtım yazısında medeni halleri belirtilmeyen Khaled Abdulkareem, Matt Lussenhop veya Elise Labott'u ne yapıcaz? Bu kişiler de mi bekar? Uzatmaya gerek yok, Oray Eğin'in bilgiçlik taslarken saçmaladığı anlaşılmıştır sanırım.

Diğer bir nokta, Oray Eğin'in Yasemin Çongar bu makalesini sanki son birkaç ay içinde yayınlamış da Eğin bu makaleyi ortaya çıkarmış gibi sunması. Oysa makale Nisan 2002 tarihli Foreign Service Journal dergisinde yayınlanmış. Çongar, Taraf gazetesinde çalışmaya başlamadan önce Washington'daki en önemli Türk gazetecisi olarak bilinen, tanınan bir yazardı.

Değinmek istediğim üçüncü nokta, Oray Eğin'in yazısında AFSA'yı tanıtırken kullandığı ifadede yer alan minik ama etkili psikolojik harekat çarpıtması. AFSA'yı Eğin şöyle açıklıyor: "Amerikan Dışişleri'nde ya da yurtdışı görevlerinde bulunmuş kişilerin haklarını koruyan, hatta devletle onlar adına pazarlık yapan profesyonel bir kuruluş." AFSA'nın ne olduğunu bir de kendi web sitesinden okuyalım ve Eğin'in ifadelerinin kaynağını görelim: "The American Foreign Service Association (AFSA), established in 1924, is the professional association of the United States Foreign Service." Bu cümleyi ben şöyle çevirirdim: "1924'te kurulan Amerikan Hariciye Mensupları Birliği (AFSA), Birleşik Devletler Hariciyesi mensuplarının mesleki birliğidir." "United States Foreign Service" deyimiyle neyin kastedildiğini ilgili Wikipedia makalesinden daha ayrıntılı okuyabilirsiniz, geçiyorum.

Buradaki kritik kelime, "profesyonel." Türkçe'de en çok, futbolcuların kulüplerinden maddi gerekçelerle ayrılırken kullandıkları "Sonuçta ben profesyonelim" sözündeki "profesyonel" ile kastettikleri, tam da bu ifadenin hemen ardından gelen "bu işten ekmek yiyorum" açıklamasında gizli: Profesyonel, yaptığı iş karşılığında bir ücret alan kişidir. Bu tanıma göre Oray Eğin de bir profesyonel, Arda Turan da, köşedeki simitçi de, Yasemin Çongar'ın eşi de. Bu durumda, Çongar'ın makalesinin yayınlandığı dergiyi çıkaran AFSA'nın kendisi değil, üyeleri profesyonel, yani iş, güç sahibi meslek erbabı oluyorlar. Ama Oray Eğin "profesyonel"liği, ASFA üyelerine değil ASFA'ya atfederek, sanki bu kuruluşu bir suç şebekesi, bir lobi şirketi, veya, hadi açıkça ifade edelim CIA'nin bir tetikçi örgütü haline getiriyor. Oysa AFSA'nın profesyonellikle ilişkisi, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC), Türk Tabibler Birliği (TTB) veya Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB) profesyonellikle ilişkisinden farksız. Türkiye'de kurulmuş olsa, muhtemelen Kanarya Sevenler Derneği'yle aynı yasal statüde olacak, üyelerinin aidat ödediği bir kuruluş AFSA. Anlaşılıyor ki Oray Eğin, Ergenekon soruşturması ve davaları sürecinde iyice gördüğümüz üzere, Türkiye'deki bu adı "sivil" ama kendileri "derin" bağlantıları olan örgütlerle bir tutuyor AFSA'yı. Öyle ya, kim inanır Sinan Aygün'ün ATO'nun başına, Ankara'daki onbinlerce ticaret erbabının demokratik bir seçimle ortaya koydukları irade sonucu seçildiğine!

Türkçe'de "profesyonel"in yaygın olarak kullanıldığı bir başka kullanım daha var, o da "kiralık katil" veya "tetikçi," yani tam anlamıyla işine konsantre olan, işini yaparken duygularını hiçbir şekilde karıştırmayan kişi anlamında. Görüyorsunuz Oray Eğin ufak bir darbeyle AFSA'ya böylesi bir çağrışımı olan "profesyonel"liği yakıştırıyor, kafaları bulandırıyor.

Şimdi gelelim Eğin'in asıl fahiş çarpıtmasına. "Çongar'ın eşi Chris Mason'ın bir de unvanı var: FSO...  Bu da 'Yabancı hizmet subayı' demek..." diyor Eğin. FSO, Foreign Service Officer'ın kısaltması. "Foreign Service"i "Yabancı hizmet" diye çevirmesi ayrı bir komedi, ama asıl skandal Eğin'in "officer"i gördüğü yerde hemen "subay"ı yapıştırması.

Demek ki Eğin hiç Amerika'da bulunmamış, Amerika merkezli hiçbir sivil toplum kuruluşuna veya "profesyonel" derneğe üye olmamış, bu konuda hiçbir şey bilmiyor. Hadi gazeteciyim diye geçiniyor, Amerikan gazetecilerinin örgütlerini bile bilmiyor Eğin. Yoksa, kısa adı ASNE olan American Society of Newspaper Editors'ün yöneticilerine "officers" dendiğini, benzeri bir sürü kuruluşun seçimle işbaşına gelen yöneticilerinin aynı şekilde "officer" olarak anıldığını bilirdi.

Hadi diyelim "officer"in bu anlamını bilmiyor, insan biraz düşünür, Amerikan şirketlerinin en tepesindeki yöneticiye verilen ve CEO diye kısaltılan "Chief Executive Officer" deyimindeki "officer"i aklına getirir de, "Ya acaba bu FSO'daki officer başka bir officer olmasın?" diyerekten kendini gazete köşelerinde rezil olmaktan  kurtarır... Heyhat, Eğin'de bu hassasiyeti, okura saygıyı ara ki bulasın!

Halbuki "Foreign Service Officer" veya kısaca FSO'nun ne "yabancı hizmet"le ne de "subay"lıkla uzaktan yakından ilgisi yok. FSO'nun ne olduğunu öğrenmek için google'da ufacık bir araştırma, Wikipedia'daki FSO  maddesini şöyle bir gözden geçirme yeterli olurdu. Öğreniyoruz ki FSO'nun bizdeki karşılığı basbayağı "hariciyeci" veya "diplomat"! "Türkiye'nin meşhur FSO'ları kimdir?" diye sorsanız ilk aklıma gelecek isimler, Şükrü Elekdağ, İnal Batu, Onur Öymen, Faruk Loğoğlu, Yalım Eralp olur. Bu isimlerin askerlikle, subaylıkla ne alakası var?! Pek tabii ki yok, işte FSO o derece askerlikle alakasız bir ünvan, bu kadar basit!

Eh, bir gazetede köşem olmadığı için güncel olayları Eğin kadar yakından(!) takip edemiyorum; bu yazıyı yazmam biraz gecikti. Bu arada Eğin, konuyla ilgili bir yazı daha kaleme aldı ve bu yazıda, Chris Mason'un gönderdiği, benim yukarıda FSO hakkında değindiğim hususları de içeren bir açıklamayı yayınladı. Eğin köşesinde Mason'un "Bununla birlikte 'Dışişleri Memuru' anlamına gelen 'Foreign Service Officer' kelimelerini akıl almaz bir biçimde tercüme ederek tamamen farklı bir anlamda yani yazınızda belirtildiği gibi 'Yabancı Hizmet Subayı' anlamında tercüme etmek suretiyle bu konu sanki üstü kapalı ve gizli bir şeymiş gibi yansıtılmakla, hakkımda şüpheye yol açmakta ve itibarımı zedelemektedir." cümlesine yer verdi, yani Eğin'in okurları, onun yaptığı bu fahiş hatayı okudular, bu konuda bilgilendiler.

Ha, hemen belirteyim, Chris Mason'un Dışişleri'nden önce bir askerlik geçmişi olmasının konumuzla uzaktan yakından ilgisi yok, çünkü konumuz Mason'un subay (kökenli) olup olmadığı değil, FSO'nun "yabancı hizmet subayı"(!) anlamına gelip gelmediği.

Böyle bir durumda, dürüst ve onurlu bir gazeteciye düşen şuydu: "Değerli okurlar, sayın Chris Mason ve Yasemin Çongar, ben büyük bir eşeklik etmişim. FSO'nun hariciyeci veya diplomat anlamına geldiğini araştırıp öğrenmem gerekirdi, ama bunu yapmadan FSO'yu "yabancı hizmet subayı" diye yanlış bir biçimde çevirmişim. Hepinizden özür diliyorum." Peki Eğin ne yaptı? Hiç bir şey!

Yüzsüzlüğün bu kadarına pes!